29 Eylül 2007 Cumartesi

Vak Vak

ÇİN'DE GÖREVLİ Amerikalı bir subay bir gün Pekin'de bir lokantaya girdi. Garsonun getirdiği Çince menüye garip garip baktı. Gelen menüden birşey anlamasa da bozuntuya vermedi ve parmağını Çince bir yazının üzerine basarak garsona gösterip, ne geleceğini merakla beklemeye başladı.
Bir müddet sonra garson bir tabak meyve getirdi.
Amerikalı subay garsona meyveyi kenara koymasını işaret ederek parmağıyla listedeki başka bir yeri gösterdi.
Bu kez, bir dilim pasta geldi.
Subayın karnı çok acıkmıştı. Parmak usulüyle güzel bir yemek seçemeyeceğini de anlamış bulunuyordu. Etrafındaki masalara baktı. Karşı masada bir Çinli et yemeği yiyordu. Subay, karşı masadaki adamın yediği yemeği gösterdi ve garsona o yemekten getirmesini işaret etti.
Yemek geldi. Subay büyük bir iştahla eti yemeye başladı. Birkaç lokma sonra, şimdiye kadar bu lezzette bir et yemeği yemediğini farketti. Pekin ördeklerinin şöhretini duymuştu. Bu acaba onun eti miydi?
Garsonu çağırdı, eti gösterdi ve kollarını kanat gibi yaparak:
"Vak, vak?!" dedi.
Çinli garson soruyu anlamıştı. 'Hayır' anlamında başını salladıktan sonra, doğru cevabı verdi:
"Hav, hav, hav!"

(yazarı bilinmiyor)

Karga ile Surahi

BİR ZAMANLAR çok susamış bir karga vardı. Su bulabilmek için uzun bir yol aldı ve hayli yoruldu. Ansızın, yerde büyükçe bir sürahi gördü. Alçaldı ve sürahinin dibinde bir miktar su olduğunu gördü.
Fakat, gagası suya yetişmedi.
"Bu suya ulaşmam şart" diye gak'ladı. "Daha uzağa uçamayacak kadar yorgunum. Ne yapmam lazım? Buldum! Sürahiyi yana çevirmeliyim."
Kanatlarıyla sürahiye vurmaya başladı. Fakat sürahi çok ağırdı. Hareket ettiremedi.
Sonra, bir süre düşündü.
"Şimdi buldum" diye sevinçle söylenmeye başladı. "Sürahiyi kırıp, dökülen suyu içeceğim."
Gagası, pençesi ve kanatlarıyla sürahinin üstüne atladı. Ama kıramadı. Sürahi çok sertti.
Zavallı karga, durdu ve biraz dinlendi. Etrafta bir sürü küçük taş vardı. Onları tek tek toplayıp sürahiye fırlatmaya başladı. Taşlar sürahiye doldukça, sürahinin dibindeki su, daha yukarı çıkmaya başladı. Sonunda, su, içebileceği seviyeye çıkmıştı.
Kana kana suyu içerken:
"Her zorluğun bir çaresi vardır" diye düşünüyordu.
"Yeter ki, arayalım."

(Ezop)

Umitli Kurbaga

BİR KURBAĞA SÜRÜSÜ ormanda yürürken, içlerinden ikisi bir çukura düştü. Diğer bütün kurbağalar çukurun etrafında toplandılar. Çukur bir hayli derindi ve arkadaşlarının zıplayıp dışarı çıkması mümkün gözükmüyordu.
Yukarıdaki kurbağalar, boşuna uğraşmamalarını söylediler arkadaşlarına:
"Çukur çok derin. Dışarı çıkmanız imkansız.
"Ancak, çukura düşen kurbağalar onların söylediklerine aldırmayıp çukurdan çıkmak için mücadeleye devam ettiler. Yukarıdakiler ise hala boşuna çırpınıp durmamalarını, ölümün onlar için kurtuluş olduğunu söylüyorlardı.
Sonunda kurbağalardan birisi söylenenlerden etkilendi ve mücadeleyi bıraktı. Diğeri ise çabalamaya devam etti. Yukarıdakiler de, çırpınıp durarak daha çok acı çektiğini söylemeyi sürdürdüler.
Ne var ki, çukurdaki kurbağa son bir hamle daha yaptı, bu kez daha yükseğe sıçramayı başardı ve çukurdan çıktı.
Çünkü, bu kurbağa sağırdı. O yüzden, arkadaşlarının ümit kırıcı sözlerine kulak asmamıştı...

(Paul Estridge)

Daglarda

BİR BABA ve oğlu dağlarda geziyorlardı. Bir dönemeci geçerken çocuk düştü, yaralandı ve bağırdı:
"Aahhh!!!"

Az sonra, tepelerden aynı ses duyuldu:
"Aahhh!!!"
Çocuk şaşkınlık içinde bağırdı:
"Sen kimsin?"
Cevap şöyle geldi:
"Sen kimsin?"
Çocuk bu cevaba sinirlenerek bağırdı:
"Korkak! Çık ortaya!"
Gelen cevap aynıydı:
"Korkak! Çık ortaya!"
Çocuk babasına baktı ve:
"Neler oluyor?" diye sordu.
Babası güldü ve yavaş sesle:
"Şimdi dikkat et oğlum" dedikten sonra, bağırdı:
"Sana hayranım!"
"Sana hayranım!" diye cevap geldi.
Adam tekrar bağırdı:
"Sen harikasın!"
Ses yankılandı:
"Sen harikasın!"
Çocuk şaşırmış, fakat birşey anlamamıştı. Babası:
"Buna yankı derler oğlum" dedi, "ama aslında hayat da dense yeridir.
Çünkü, hayatımız da yaptıklarımızın bir yansımasıdır. Söylediğin veya yaptığın türden şeyleri sana geri verir."

(yazarı bilinmiyor)

Onyargi

UZAKLARDA BİR KÖYDE, kocası daha çocuğu doğmadan ölmüş olan, tek başına yaşayan hamile bir kadın, dağda yaralı olarak bulduğu bir gelinciği evinde beslemeye başlamıştı. Hayatını kurtaran kadına alışan gelincik, evcil bir hayvan olmasa da, oldukça uysallaşmış; evi etrafından ayrılmaz olmuştu.
Birkaç ay sonra, kadının çocuğu doğdu. Kadıncağız tek başına zorluklara göğüs gerip yavrusuna bakmak zorundaydı.
Günler öylece geçip giderken, bir gün kadının birkaç saatliğine evden uzaklara gitmesi gerekti. Karnını iyice doyurduğu çocuk, o bir kaç saati evde gelincikle geçirecekti.
Bir müddet sonra anne eve geldi ve kapının eşiğinde gelinciği ve kanlı ağzını gördü. Çıldırmışçasına gelinciğe saldırdı ve bir kaç sopa darbesiyle hayvanı oracıkta öldürdü.
Tam o sırada, içeriden bir bebek sesi duyuldu. Anne şaşkınlık içinde odaya yöneldiğinde, bir de ne görsün. Beşiğin içinde bebek, bebeğin az ilerisinde ise parçalanmış bir yılan vardı!

(yazarı bilinmiyor)

Bereket

ADAMIN BİRİ yaşadığı devre göre küçümsenmeyecek bir gelire sahip olmasına rağmen, yine de geçim sıkıntısı çekiyormuş. Her zaman yedi altın alan adamcağız, ne yapıp ettiyse gelirini önce sekiz, sonra dokuz, derken on altına çıkarmayı başarmış.
Ama nafile...
Altınlar arttıkça, adamın geçim derdi azalacağına daha da çoğalıyormuş.
Zavallı adam ümitsizlik içinde kıvranırken, aklına o civarda bulunan ulu kişilerden birine danışmak gelmiş ve utana sıkıla huzura çıkıp derdini anlatmış.
Bilge kişi, onu dinledikten sonra:
"Şimdi on altın alıyorsan, bir dahaki ay dokuza in" demiş. "Yine de olmuyorsa, daha da azalt gelirini.
"Bu sözler, adamın aklına hiç mi hiç yatmamış. Yatmamış ama, 'heralde bir bildiği vardır' deyip önce dokuz, sonra sekiz, derken altı altına kadar azaltmış gelirini. Bir de bakmış ki, o ay eline geçen para ötekilerden az olduğu halde fazla fazla yetiyormuş.
Adamcağız hayretler içinde tekrar o ulu kişiye koşup:
"Efendim," diye sormuş, "bu ne iştir ki, on altınla geçinemezken altı altınla krallar gibi yaşıyorum?"
"Evlat" demiş bilge, "yaptığın işin karşılığı altı altınlık idi. İşin içine haketmediğin para da karışınca, bereket gidiyordu. Şimdi, tamamen helalinden kazandığın için, bereketini görüyorsun."

(Dr. Hayri Bilecik)

Allah'la Ortak Olan Adam

ÇOK SENELER önce, Amerika'da yaşayan gayretli ve hevesli bir delikanlı, yaşadığı küçük kasabadan ayrılıp, zengin olmak için New York'a gitmeye karar vermişti. Evinden ayrılmadan önce aile dostları olan eski bir kaptanla vedalaşmaya gitti.
"Hayatını kazanmak için New York'ta ne yapacaksın?" diye soran kır saçlı kaptana, delikanlı:
"Sabun ve mum yapmaktan başka elimden birşey gelmez" diye cevap verdi.
Kaptan:
"Çok çalışmak şartıyla başarılı olabilirsin" dedi ve gencin elini sıkarken ilave etti?
"Allah'la ortakmışsın gibi çalış ve kazancının onda birini O'nun hissesi olarak ayır. O zaman işin daima iyi gider."
Genç adam, çalışkan ve zeki biriydi. Kısa zamanda bir sabun fabrikasının idaresini ele aldı ve bir-iki yıl sonra kendi başına bir iş kurdu. Kazandığının onda birini hayır kuruluşlarına ayırıyordu.
İşi biraz daha gelişince onda biri, onda ikiye yükseltti, ve nihayet karının yarısını hayır işlerine ayırır oldu. Onun bu hayırseverliğine karşılık işi de hayret verecek derecede genişliyordu.
İhtiyar bir dostun nasihatına uyarak, kendisine bunca başarıları nasip eden Allah'ı unutmayan ve kendine ortak sayan bu adam William Colgate idi ve kendisi Amerikan Yardımsevenler Derneğinin ilk başkanlarından biriydi. Bugünkü Colgate Üniversitesi de onun yardımlarıyla kurulduğu için onun adını taşımaktadır.

(Philip Jerome Cleveland)

Kucuk Bir Anlasma

KOLTUK DEĞNEKLERİNE henüz alışamadığı belliydi ve arabaya çıkmakta zorluk çekiyor, bütün yolcular kendisini seyrettiği için de büyük bir sıkıntı duyuyordu.
Mahcubiyetten boncuk boncuk terleyen sakat genç merdivenleri çıkma mücadelesine devam ederken, şoför başını camdan dışarı çıkardı ve endişe yüklü bir edayla yolun öbür tarafına bakmaya başladı. Bunu gören otobüsteki yolcular, sakat genci seyretmekten vazgeçip, yolun öbür tarafında acaba ne oluyor diye, bakışlarını merakla o tarafa çevirdiler. Görünürde dikkati çeken hiç bir şey yoktu.
Biraz sonra, gencin arabaya bindiğini gören şoför, başını camdan içeri çekti ve arabayı hareket ettirdi.
Yolcular, şoförün öbür tarafta ne gördüğünü hala merak ediyorlardı. Şoförle sakat genç ise, dikiz aynasından birbirlerine sevgiyle gülümseyerek selamlaştılar.

(yazarı bilinmiyor)

Kunduradaki Altinlar

DALMAÇYA'DA Ermeni bir beyin yanında yamaklık eden on-oniki yaşlarındaki Jozef Maskoviç isimli çocuk, Zemherinin en fırtınalı günlerinde buzlar üzerinde yalınayak, düşe kalka eve su taşımakta iken, komşularından fakir ve dul bir kadıncağız bu hale üzülüp kocasından yadigar bir çift partal kundurayı çocuğun ayaklarına giydirmişti.
Aradan çok uzun yıllar geçti.
Bu arada Osmanlılar o yerleri fethetti; kadın da İslamiyet'le hidayet buldu.
Günlerden bir gün, iyiden iyiye yaşlanmış olan kadıncağızın kapısı çalınıp önüne bir torba bırakıldı. Torbayı açan ihtiyar eller, vaktiyle kocasının olan o bir çift partal kunduraya dokununca, birdenbire takatten kesildi, kıpırdamaz oldu.
Kadıncağız neden sonra baktı ki, ayakkabıların her ikisinin de içleri altın dolu. Yoksul hasırının üzerine dökülen altınları toplayayım derken, gözleri küçük bir kağıt parçasına ilişti. Yarım saat kadar sonra, kasaba imamı kadıncağıza tek cümlelik pusulayı okuyordu:
" Anacığım! Buzdan donmuş çıplak ayaklarına bu kunduraları giydirdiğin çocuk, sana olan borcunu ödemeye çalışıyor.
"Bu pusulanın Osmanlı devletinin kaptan-ı deryalarından, Hanya fatihi Silahtar Yusuf Paşa'nın divitinden akan mürekkeple yazıldığını, o gün hiç kimsecikler anlayamayacaktı.
Ta ki, Osmanlı arşivlerinde sözkonusu altınların muhasebesini tutan belge ortaya çıkıncaya kadar...

(yazarı bilinmiyor)

Yardim Gelecek

BU YILIN 24 Şubat günü, sabahın erken saatlerinde, kardeşim işe giderken uyuklamış ve yoldan çıkıp bir ağaca çarpmış.
Kardeşimin durumu çok ciddiydi. Ağır bir beyin sarsıntısı geçiriyordu ve bilinci yerinde değildi.Kazanın meydana geldiği yol, Newberry'nin kırsal kesiminde, pek de işlek olmayan bir yol olduğundan, kardeşim uzun süre öylece kalmış. Bir saat kadar sonra, bir gazete dağıtıcısı arabasıyla geçerken onu farketmiş. Araçtan buhar çıktığını ve ciddi bir kaza olduğunu görünce, yardım için 911'i aramış. Sekiz-on dakika sonra yardım gelmiş.
Yardım gelinceye kadar da, gazete dağıtıcısı kadın, arabasını kardeşimin arabasına yanaştırıp:
"Yardım geliyor. Haberi aldılar, hemen gelecekler" diye kardeşime sürekli ümit vermiş.
Kadıncağız, arabasından çıkıp yardım ekibi gelinceye kadar daha fazla yardımcı olmaya da çalışmış. Ama yapamamış. Sadece sesiyle moral verebilmiş. Çünkü, sakatlar için hazırlanmış özel yapım bir arabaymış kullandığı; kendisi, yürüyemiyormuş bile...
Yardım geldikten birkaç dakika sonra, kardeşimi Palmetto'ya ulaştırmak için helikopteri çağrılmış.Yarası çok ciddi olduğundan, kardeşim haftalarca hastanede yattı. Şimdi evde ve birkaç ay içinde tamamen iyileşmiş olacak.
Hasta ziyaretine gelen bazı dostlar, kazanın büyüklüğünü anlayınca, bize soruyorlar:
"Nasıl sağ kurtuldu? Orada melekler mi vardı?"
"Evet" diyorum. "Bazen meleğiniz insan suretinde yanınızda olur."

(Gina Lester)

Odanin Bir Onceki Sahibi

NİSAN SONUNDA bir gün, Orta Batının tatsız bir kasabasının yegane otelinde bir haftalığına bir oda tutmuştum. Bana ayrılan odanın yegane penceresinin bir kömür deposuna nazır olduğunu farkedince, asabım bozuldu.
Derken, çiçekler gözüme ilişti. Pencerenin yanındaki masanın üzerinde vazo içinde pembe sardunyalar vardı. Masanın üzerinde bulduğum pusulada şu sözleri okudum:
"Oraya bakacak yerde, bunlara bakın. Odanın bir evvelki sahibi."
Bu pusulayı okuyunca, karanlık bir günde aniden güneşin parlamaya başlamasına benzer bir duygu içimi doldurdu.
Oldukça mutlu bir halde geçirdiğim o bir haftanın sonunda, sardunyarın yerine bir vazo dolusu karanfil bırakarak otelden çıktım.
O zamandan beri, 'odanın bir önceki sahibi'nin inceliği sayesinde kaç kişinin hayatının aydınlandığını merak eder dururum.

(Lucy M. Adam)

Kepce

CÖMERTLİĞİYLE meşhur bir adama sordular:
"Fakirlere yardım ettiğin veya dilencilere para verdiğin zaman içinde onlara karşı bir minnet yükleme duygusu seziyor musun?"
Adam:"Ne münasebet?!" diye cevap verdi.
"Benim bağıştaki rolüm, aşçının elindeki kepçenin rolüne benzer. Aşçı ne koyarsa, kepçe de onu verir; fakat verdiği şeylerin kendisinden olduğunu düşünmez."
(Molla Cami)

Seni Yarattim

ÇELİMSİZ, küçük bir kız çocuğu sokağın köşesine oturmuş; yiyecek, para, ya da alabileği herhangi birşey için dileniyordu. Üzerinde yırtık pırtık giysiler vardı. Yüzü gözü ise kir içindeydi. Çocuğun perişan bir hali vardı.
Kız dilenirken, sokaktan genç, sağlıklı, zengin görünümlü bir adam geçti. Kızı farketmişti. Ama, belli etmemek için, dönüp bir daha bakmadı. Geniş ve lüks evine, konfor içinde yaşayan ailesinin yanına geldiğinde, çok güzel hazırlanmış bir akşam sofrası onu bekliyordu. Fakat, az sonra, gördüğü o dilenci kız aklına takıldı yeniden. Duyguları birşeylere itiraz ediyordu.Sonra, kolay yolu tercih etti ve itirazlarını Allah'a yöneltti. Böyle durumların var olmasına izin veren O değil miydi?
İçin için, O'na karşı:
"Böyle birşeyin olmasına nasıl müsaade ediyorsun?
Neden o küçük kıza yardım için birşeyler yapmıyorsun?" diye yakınmaya başladı.Biraz sonra, ruhunun derinliklerinden gelen şu cevabı işitti:
"Yaptım. Seni yarattım!"

(Brian Cavanaugh)

 
Müzik indir | Film indir |