BİR BİLGENİN ders halkasının müdavimlerinden biri, nice seneler sonra, halkayı terketmişti. Haftalar aylar geçip adam ortalarda gözükmeyince, bilge kişi kendisini ziyarete karar verdi.
Mevsim kıştı, adam evde yalnızdı ve evin salonundaki büyük ocakta gürül gürül odun yanıyordu.
Bilgenin kendisini niye ziyaret ettiğini tahmin eden adam, üşümüş olan bilgeyi ocağın başına davet etti, kendisi de birşeyler ikram etmek için mutfağa yöneldi.
Ocağın yanıbaşına oturan bilge, gelen ikramı kabul etti, fakat adama hiç birşey demedi. Sanki adam evde yokmuş, sanki kendi evinde tek başına oturuyormuş gibiydi. Bütün dikkatini ocağa vermiş gözüküyordu.
Bilge, birkaç dakika sonra sonra maşayı aldı, iyice köz haline gelmiş odunlardan birini ocağın bir kenarına koydu. Sonra minderine oturdu. Hala birşey söylemiyordu.
Kenara konmuş olan közün ateşi yavaş yavaş azaldı, sonra da söndü. Odada çıt çıkmıyordu. İlk baştaki selamlama hariç, bir kelime bile konuşulmuş değildi.
Bilge, gitmeye hazırlanırken, sönmüş közü aldı ve yeniden ateşin ortasına koydu. Köz, ateşle ve yanan odunların ısısıyla çabucak parladı.
Bilge ayrılmak için kapıya yöneldiğinde, ev sahibi:
"Sebeb-i ziyaretinizi anlıyorum" dedi. "Ateş dersiniz için de teşekkür ederim. Bundan sonra sohbetlerinizi hiç aksatmayacağım."
10 Ekim 2007 Çarşamba
Sessiz Ders
Sutannenin idami
Gönderen
admin
zaman:
23:50
0
yorum
Etiketler: hikaye, idami, Kulağa Küpe Öyküler, oyku, sutannenin
Kucuk Civata
DEV BİR TRANSATLANTİKTE iki levhayı birbirine bağlayan küçük bir civata vardı. Bu civata bir zaman sonra koca gemide kendisinin önemsiz ve değersiz bir ayrıntı olduğunu düşünmeye başladı. Bu düşünceyle gelen can sıkıntısı, onu gevşeyip kopup gitmeyi planlama noktasına kadar getirdi.
Civatadaki sıkıntılı ruh hali kısa bir süre sonra diğer civatalara da sıçramış, hepsi de "sıkıldık artık" diye söylenmeye başlamışlardı.
Civataların durumu geminin demir kaburgalarına ulaştığında, hepsi, titreyerek:
"Ne olur yapmayın" diye yalvardılar. "Küçüklüğünüze bakıp vazifenizi de küçük sanmayın."
Sonunda, geminin bütün parçaları biraraya gelip küçük civataya bir elçi gönderdiler. Küçük civata yerinde kalmalıydı. Aksi takdirde, gemi parçalanacak ve okyanus aşılamayacaktı!
Küçük civata kendi önemini anlayıp yerinde kalmaya karar vermiş olmalı ki, gemi yolculuğunu bitirip salimen limana ulaştı.
Huzur Nerede
GÜNLERDEN BİR GÜN, halkı tarafından çok sevilen bir kral, huzuru en güzel resmedecek sanatçıya büyük bir ödül vereceğini ilan eder. Yarışmaya çok sayıda sanatçı katılır. Günlerce çalışır, birbirinden güzel resimler yaparlar. Sonunda eserleri saraya teslim ederler.
Tablolara bakan kral sadece iki resimden hoşlanır. Resimlerden birinde sükunetli bir göl vardır. Göl, bir ayna gibi, etrafında yükselen dağların görüntüsünü yansıtmaktadır. Üst tarafta pamuk beyazı bulutlar gökyüzünü süslemektedir. Resme kim baksa, onun mükemmel bir resim olduğunu söylemekten kendini alamaz.
Diğer resimde de dağlar vardır. Ama, engebeli ve çıplak dağlar... Üst tarafta öfkeli bir gökyüzünden yağmurlar boşanmakta, şimşekler çakmaktadır. Dağın eteklerinde ise köpüklü bir şelale çağılmaktadır. Kısaca, resim hiç de huzurlu gözükmemektedir.
Fakat, kral resme bakınca şelalenin ardında, kayalıklardaki çardaktan çıkan minnacık bir çalılık görür. Çalılığın üstünde, anne bir kuşun örttüğü küçük bir kuş yuvası gözükmektedir. Kulakları sağır eden bir gürültüyle akan suyun orta yerinde, anne kuş yuvasını kurmakla meşguldür.
Harika bir huzur ve sükun örneği...
Ödülü ikinci resim kazanır. Kralın açıklaması şöyledir:
"Huzur, hiçbir gürültü veya sıkıntının olmadığı yer demek değildir. Huzur, bütün bunların içinde bile, kalbimizin sükun bulmasıdır."